Ayrton Senna'nın belgesel filmi Dünya çapında 2011 yılında gösterime girecek, fakat Jonathan Noble, Japonya GP padoğunda filmi görme fırsatını yakaladı.
İtiraf etmeliyim ki tekrar aşık oldum. Formula 1 beni yeniden kendine çekti. Yıllardır bu duyguyu hissetmemiştim. Bu tekrar genç olmak gibi birşey. Japonya'da 2 saat civarı izlediğim görüntüler beni derinden etkiledi.
Bu filmi izlerken her türlü duyguyu yaşadım ve sonlara doğru ruhsal açıdan parçalandım. Güldüm, gülümsedim, gururlandım, heyecanlandım, korktum, üzüldüm ve ağladım.
Bu belgesel film, ilk fragmanları ortaya çıktığından beri F1 severler tarafından heyecanla bekleniyor. Ben ve F1 padoğundaki herkes bu filmi görmek için can atıyorduk.
FİLMİN FRAGMANI:
Muhabirler, gazeteciler ve bazı f1 takım çalışanları filmi Suzuka'da veya Nagoya'daki sinemada izleme fırsatı buldular. Bu deneyimi yaşayan herkes memnun kaldı ve çok etkilendi.
Film 1984 Monaco GP'sinden korkunç Imola faciasına kadar Senna'nın kariyerini gözler önüne seriyor. Etkileyici müzikleri, araç üstü görüntüleri ve sahne arkasında olanları göstermesi filmi adeta sihirli bir hale getiriyor.
Film hakkında daha fazla detay vererek merakla bekleyen f1 severlerin tadını kaçırmak istemiyorum. Herkes gidip bizzat bu güzelliği yaşamalı. Senna zamanlarını çok iyi bilen biri olsanız bile çok farklı bir deneyim yaşayacaksınız.
Araç üstü görüntülerde kendinizi Senna ile beraber aracın içinde gibi hissediyorsunuz. Galibiyetini babasıyla kutlarken onlara sarılıyorsunuz adeta. Ve maalesef Imola'da yaşanan olayı tüm dehşeti ile hissediyorsunuz.
Film bittiğinde bir süre kendime gelemedim ama ardından hemen f1'i neden bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha anladım.
Elbette bazen yarışlar sıkıcı ve rekabetsiz olabiliyor. Bu tür durumlarda spora yapılan eleştirileri durdurmak için çok zorlanıyoruz. Fakat nasıl olursa olsun f1'in hep büyülü bir havası var. Tüylerinizi diken diken eden bir hava.
Yaşadığımız ordan oraya, otelden padoğa, padoktan otele ve yoğun tempo ile bazen yarışların havasını kaçırıyoruz. Kimin kazandığını bile bilmeden padokta haber peşinde koşturuyoruz.
Fakat bir yarış bittiğinde, oturun ve izlediğiniz 2 saati bir mukayese edin. Düşündüğünüz kadar sıkıcı ve boş değil. Hala Bahreyn'i heyecanla beklediğim günleri hatırlıyorum. Şimdi son 3 yarışa geldik. Zaman ne çabuk geçti.
İnsan bu filmi izlediğinde 'geçmişte ne kadar keyifliymiş' diyebiliyor. Ama bir de bu sezona bakın. Tam 5 pilot şampiyonluk için mücadele ediyor. Bazıları 3 olduğunu iddia ediyor ama henüz Mclaren pilotlarını saf dışı bırakamayız. Bu sezon herşey mümkün.
Mark Webber bir galibiyet alıp Sebastian Vettel'in ümitlerini tüketebilir mi? Red Bull'lar birbiriyle uğraşırlarken Fernando Alonso aradan sinsice sıyrılıp şampiyonluğu alabilir mi? Vettel geçen yarışlarda yaptığı hataları yine tekrarlayabilir mi? Mclaren düştüğü çukurdan tekrar sıçrayabilir mi?
Onlarca ihtimal ve hesap var. Senna yaşıyor olsaydı bu sahneyi görmekten büyük bir keyif alırdı. Bu politik ve Senna'nın öldüğü yıl olduğu gibi buruk bir şampiyonluk savaşı değil, tam aksine bu her güzelliği barındıran ve bizi kendine aşık eden bir savaş.
Senna bir keresinde 'F1 aracına girdiğinizde ve kazanmak için yarıştığınızta, 2.lik veya 3.lük asla yeterli olmaz' demişti. Şu anda bu cümlenin ne anlama geldiğini tam olarak bilen 5 adam var. Ve ben de bu filmi izlediğimde bu cümlenin anlamını kavradım artık.
Kaynak: Autosport - Jonathan Noble
0 yorum:
Yorum Gönder